eski günleri özlüyoruz. ne güzel erken erken kalkar, çayın suyunu koyup, ekmekleri dilim dilim doğrar, kahvaltı hazırlıklarına girişir, babiş’in kalkmasını beklerdik.
geçti o günler. babiş büyüdü, büyüdükçe kendi kahvaltısını kendi eder hale geldi ama sofrası da yoksullaştı.
o, halinden memnun ama bizimki baba yüreği işte yatarken de sabah kalktığımızda da aklımızı ona takılı buluyoruz.
sorular derseniz bin bir çeşit; ‘ne yedi? ne içti? yine hiçbir şey yememiş! aç bilaç gitmiş okula. böyle de olmaz ki…’
ancak neylersiniz ki babaların da babişleri üzerindeki hükümleri bir yere kadar.
neyse!
akşam baktık ki yine sorularla uyuyacağız, bir türlü rahat etmeyeceğiz, ‘bari gün olur lazım olur’ diye derinlere sakladığımız börekleri babiş’e teklif edelim dedik.
ummuyorduk ancak babiş ‘olur’ deyince mutlandık ve ayıptır söylemesi patatesli-peynirli sarıp sarmalayıp sakladığımız börekleri akşamdan aşağıya indirdik.
babiş, ‘börekleri ben sabah kızartırım babiş’ deyince de yastığa kafamızı huzurla koyduk, uyuduk.
uyuduk uyumasına ama fırtınadan mıdır yoksa kızartma telaşından mıdır nedir, babiş’le birlikte uyandık.
tabii tahmin edeceğiniz gibi çayı demledik, ardından da kızartma işini üstlendik.
babiş hazır sofranın başına oturdu. biz de günlük rutinimize döndük, mutfağa uğradığımızda ise gözlerimiz yerinden fırlamış, börek tabağında tek başına duran mini minnacık bir börekle göz göze gelmişti.
şaşkınlıktan ağzımızdan ‘yuhhh yani’ çıktı. babiş bizim aç halimize karşı karnını tıka basa doldurmuş haliyle oldukça sakindi ve sakin sakin de yanıt verdi:
- babiş ya anaroksiya olan kızın olsaydı? şükret!
sağlıkla…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
yorum yazın
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.