Perşembe

küçük istavrit!


şunun şurasında şu kadar zamandır buradayız, kendimizi de ‘blog yazarı’ olarak niteliyoruz ama gelip görün ki bir türlü şu kızların birbirlerini ‘sobe’ledikleri şeyi öğrenemedik.

ne yapar ne ederler nasıl anlarlar sobelendiklerini bunu aklımız almadı. belki bizi de sobelemişlerdir, ebe olmuşuzdur da haberimiz yoktur. ee kimsenin bunu açıktan açığa söyleyecek hali de yok tabii, kızlar pek terbiyeli pek de şirinler!

hal böyle olunca,‘hadi varsay ki biri tarafından şu son günlerin sevgi ve mutluluk üzerine yazılan yazılardan birinde seni de sobelediler!’ yani farz edin ki varsaydık.

arkadaşlar hani o büyük düşünce süreci arasında yazılanlara çizilenlere demiştik ya, ‘şu abidin resmi yapabilseydi, herkes rahat edecekti!’, olmadı, yapamadı mutluluğun resmini. zaten nazım da bizce hinliğine sormuş o soruyu, ‘sen mutluluğun resmini yapabilir misin abidin?’ demiş. koskoca nazım büyük şair, bilmez mi mutluluğun resminin yapılamayacağını.

çünkü ‘mutluluk’un ne olduğunun şifresi, kodu her neyse o bize verilmemiş ki; bize kedinin kuyruğunu yakalaması eylemindeki gibi bir kısır döngü reva görülmüş. yoksa insanoğlu zaten her sabah uyandığında ‘mutlu’ olurdu, ‘ohhh şükür yaşıyorum!’ derdi. yaşıyorsan bundan büyük mutluluk mu var? ölüysen de zaten acı, keder, hüzün, yalnızlık yok!

eee o zaman? bir kere elde var bir, hem de en büyük bir, bir numara daha ne olsun? bir de üstüne üstlük sana, doğurma ve doğurtma yani cana can katma verilmiş eee kullan! kullanmıyorsan niye söylenirsin ki? akıl verilmiş bari onu kullan düşün ki senin yapman gereken aramak değil anlamak; senle birlikte sana verilmişlerin, börtü böceğin suyun havanın kıymetini bil!

siz hiç, ‘her şey yolunda giderken’ başkalarının sahip olmak için kırk takla attığı şeylere sahip olup da mutlu olan gördünüz mü? biz görmedik; mutlaka bir yerlere batacak bir şeyler aranır ki, 'yaşanıldığı' anlaşılsın!

valla biz onu bunu değil, bunlardan başka da bir şey bilmeyiz! büyükleri yaşıyoruz küçükleri de arada ısıtıp ısıtıp önümüze koyuyorlar, şükrediyoruz!

ayıptır söylemesi geçen gün ‘bir küçük mutluluk’ yakaladık böylesine, tadını çıkardık.

bu ‘körler ülkesi’ne geldiğimizde, ta taa yıllar evvel haliyle talebeydik, parasızdık, bir de balık denilen şeyi bilmiyorduk. yani görmüşlüğümüz vardı yemişliğimiz yoktu!

‘çarşı’ diye bir yer var oradan geçip vapura gittiğimizde, balıkçı tezgahlarında sıra sıra dizili balıkları, etiketlerinden adlarını okuya okuya öğrendik.

kimi zaman alıp yemek de istedik ama hiç biri kesemize uygun düşmedi. taa ki ‘kulağına kar suyu kaçmış’ diyorlar bir balık var, birkaç kilosu bi paraya satılırdı biz de alırdık; bir de bazen çok çıktığı olurdu denizden, o zaman da bi para! balığın adı istavrit, yavrusuna da ‘kıraça’ diyorlar.

ne bayram ederdik ne bayram ederdik, kızarmış istavrit, taze ekmek ve tuzla.

yıllar yıllar geçti, bizi ‘mutlu eden’ balık sıralamasında küçük istavrit hep en sevdiğimiz oldu. o kadar ki sevgimizden hiçbir yerini ziyan etmeden yeriz.

‘körlerin ülkesi’nin o bin bir çeşit ‘nimet’in sunulduğu güzel çarşısında dün istavrit bi parayaydı yine. ‘babiş’e de yedirir hem de öyküsünü anlatırız’ diye heves ettik aldık.

babiş önden yedi tepsisinde, ‘ben küçük balık sevmiyorum yaa baba yine de eline sağlık!’ dedi, ses etmedik.

ilk kez mutfaktan çıkıp, bir masa hazırladık kendimize, aldık istavriti de karşımıza ki yıllar sonra ona öykümüzü anlatalım, şiirini fısıldayalım kulağına bizi hatırlasın!

sağlıkla.



KÜÇÜK İSTAVRİT

Küçük istavrit yiyecek bir şey sanıp
Hızla atıldı çapariye
Önce müthiş bir acı duydu dudağında
Gümbür gümbür oldu yüreği
Sonra hızla çekildi yukarıya

Aslında hep merak etmişti
Denizlerin üstünü
Neye benzerdi acep gökyüzü
Bir yanda büyük bir merak
Bir yanda ölüm korkusu

"Dudağı yarıklar " denir, şanslıdır onlar
Hani görüp de gökyüzünü, insanı,
oltadan son anda kurtulanlar
Ne çare balıkçının parmakları hoyratça kavradı onu
Küçük istavrit anladı yolun sonu

Koca denizlere sığmazdı yüreği
Oysa şimdi yüzerken
Küçücük yeşil leğende
Cansız uzanıvermiş dostlarına
Değiyordu minik yüzgeci

İnsanlar gelip geçtiler önünden
Bir kedi yalanarak baktı gözünün içine
Yavaşça karardı dünya
Başı da dönüyordu
Son bir kez düşündü derin maviyi
Beyaz mercanı bir de yeşil yosunu

İşte tam o anda eğilip aldım onu
Yürüdüm deniz kenarına
Bir öpücük kondurdum başına
İki damla gözyaşından ibaret
Sade bir törenle saldım denizin sularına

Bir an öylece bakakaldı
Sonra sevinçle dibe daldı
Gitti, tüm kederimi söküp atarak
Teşekkürü de ihmal etmemişti
Bir kaç değerli pulunu elime avuçlarıma bırakarak

Balıkçı ve kedi şaşkın baktılar yüzüme
Sorar gibiydiler neden yaptın bunu niye?
"Bir gün" dedim, "bulursam kendimi
Yeşil leğendeki küçük istavrit kadar çaresiz,
son ana kadar hep bir umudum olsun diye"

Dr. Serdar Sıralar

6 yorum:

  1. ah ben son sobede sobelemeyi unutmuştum, döndüm sobeledim sonra.. hem de sizi :) gördüm ama yapıcak bişey yok. sobeee..

    YanıtlaSil
  2. Aman, istavrit nasıl da albenili, pardon yebenili duruyor, öyle.
    :)
    Şiir, çok sade ve etkileyici. Arkadaşınızın mı?

    YanıtlaSil
  3. Hem istavritler, hemde yazınız harika.
    ellerinize ve ağzınıza sağlık.
    Sevgiler

    YanıtlaSil
  4. Beğeniyle okuyor, özenli çabalarınızı, emeğinizi, maceralarınızı izliyorum sizin de epeydir. Kızınızla yaşadıklarınızı anlatırken, ona olan sevginiz, hassasiyetiniz o kadar güzel yansıyor ki cümlelerinizden "ne güzel bir baba olduğunuzu" düşünmemek mümkün değil. Ve bugün anılarınızdan alıntılarla birlikte, eklediğiniz şiire bayıldım ve işyerindeki arkadaşlarıma da okudum, onlar da çok beğendi. Yüreğinize, elinize sağlık diyor, Allah ayırmasın kızınızla diyorum. Ben de daimi bir misafir okur adayınızım yani, müsaadeleriniz olursa, bilin istedim. Sevgilerimi yolluyorum baba-kıza.

    YanıtlaSil
  5. Yutkuna yutkuna gidiyorum, cok severim cok...

    Guzel bir hafta sonu diliyorum.

    YanıtlaSil

yorum yazın

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.