anlatsak şimdi kimse inanmaz; biz ilk balığı babiş'in doğduğu köy’de yedik!
yanlış anlaşılmasın bizim kentimizde de balık vardı, sadece yiyemiyorduk çünkü balıklarımız kutsaldır! yiyeceğine ellerinle beslersin onları onlar da sevgilerini taa yanına kadar gelip belli eder hatta gülümsediklerini görmüşlüğümüz var; “balık gülümser mi?” derseniz ona da bir şey diyemeyiz!
yani dememiz o ki balık bizim için çok değerli ve kutsal! ancak bu kente gelip de köy’e yerleşince, ki kırk yıl oldu, baktık herkes balık yiyor; sabah akşam olmasa da en azından haftada bir, iki; yemesek olmaz!
önce en küçüğüyle başladık, adı "kıraça!" ki, istavrit'in çocukluğudur hem ucuz hem de bol olur yaz kış; ister yağda kızart ister ızgara olsun ancak adı hamsi oldu mu balığın tavadan şaşmayacaksın; sarıkanat, çinekop ve de lüfer yalnız ızgaraya yakışır; palamut mevsimindeyse hem ızgara hem tava hem de buğulamaya iyi gider az biraz da kılıç şiş yemişliğimiz var ama tadını hatırlamıyoruz!
neyse!
"böyle böyle" derken türlü çeşit balıkları yerken geride kalanları, boylarını poslarını, tazesini bayatını, mevsimlerini, salatalarını; hatta hangisinden yanak alınacağını öğrendik, öğrendikçe ona göre yedik, sevdik balığa az kaldı damak tadımız değişecek!
sözün kısası kırmızı et-beyaz et-balık üçlemesinde "balık!" dendi mi çok titizleniyoruz ama gelin görün ki çocuk milleti laftan anlamaz ister büyüsün ister büyür gibi görünsün çocuk çocuktur gerçi kızları az biraz büyür ama erkekleri çocuk gelir çocuk gider!
bizimki de kız ya yavaş yavaş büyüyor ama sonunda büyüyor önce büyük balık yiyen çocuk şimdi küçüğe de burun kıvırmıyor ama şimdilerde "ben ızgara balık severim!" iddiasında ki, bizi de bu pişirme tekniğine uymamakla suçluyor!
zan altında kalmak hoş bir şer değil ama savunma yapmak için de mevsim uygun değil! gel çık işin içinden bunu bir çocuk'a anlat!
anlatamadık tabii ve sonunda kültür balığı iki çuprada karar kıldık, elektrikli ızgarayı yağladık, balıkların da sırtlarını sıvazladık, yatırdık!
“engine yakın” balık bilgimiz ve de damak tadımızla balığın pişmesi için gözünün pörtlemesi yeterlidir bizce ama bu babiş’i kesmez "kömür"e yakın ızgara, kızartma sever! onun için balıklardan birini kömür olsun diye bekledik, beklerken marulu altlık yapıp, az biraz domates, taze nane ve maydanozla bir salata yaptık ki, bol limon bol zeytinyağı gezdirsen yeterli!
bu arada sofra kurma görevini bile kimselere devretmedik asli işimizi sürdürdük, bıçak-çatal yerleştirdik masaya intizamla!
artık eminiz ki her şey tamam baba-kız afiyetle, ağız tadıyla balık yiyecek arada dedikodu yapacak vakit kalırsa günlük işlerden konuşacağız!
öyle de oldu nitekim, balığı yedik yemesine ama keşke babiş "biliyorum yanlış ama ben balığıma limon sıkacağım" demeseydi, bunu yapmasaydı!
sağlıkla...
Evet bu kızlar herşeye limon sıkarlar böyle:))hatta bizimki balığı püre haline getirir limonlar sonra fazla geldi bu limonlar deyip babişinin önüne yemeğe sürer ye yiyebilirsen ekşiliğinden tabii...
YanıtlaSilKaradeniz de çoğu kimse balığa limon sıkmaz... Ama sanırım kızlara has bir şey bu :))) ben de sıkarım... keşke sıkmasam ama...
YanıtlaSilSiz küçük babıse deyın kı,hayatındakı herşeye başkaları karar verse bıle, ağzının tadına sakın kimseyi karıstırma... Bence...
YanıtlaSilPASA POR MI BLOG A RECOGER EL PREMIO DEDICACION QUE HE COMPARTIDO CONTIGO...SALUDOS.BÁRBARA
YanıtlaSilTU DEBERAS HACER LO MISMO,COMPARTIRLO CON AMIGOS QUE TU ELIJAS DE TU SITE...
hey barbara yo no entendía
YanıtlaSilözlemişim yazış ve anlatış tarzınızı:) Bu kadar mı şahsına münhasır olunur:) Seviyorum sizi iyiki varsınız:)
YanıtlaSilKeyifleriniz hiç bozulmasın:)