Pazartesi

holiganlığa heves ettik ama


çok isterdik, kızımız sporcu olsun hem de sporcunun, “zeki, çevik ve ahlaklısı”ndan olsun ama olmadı, kızımız ola ola holigan oldu!

efendim memleket iki hafta boyunca basketbolla yatıp kaktı ya hele hele türk milli takımı zafer üzerine zafer kazandıkça heyecanlandı ya biz de katıldık bu sevince!

maçların başladığı ilk günden beri evde olduğumuzdan yani tatilde olduğumuzdan ve de tatili divanda kaykıla kaykıla kendi yerimizde geçirdiğimizden basketbol heyecanın içine iyice nüfuz ettik bu arada da iki hafta boyunca güzel bir tatil geçirdik!

babiş evde olunca maçları onunla birlikte divanda hoplaya zıplaya bağıra çağıra izledik olmayınca maç sonlarında telefonla gece yarıları kritik yaptık baba-kız tam bir basketbol hayranı olup çıktık ve sonunda pazar günü geldi çattı, milli takım finale kaldı biz de kendimize göre bir final programı yaptık!

gerçi sonunda niyetimiz kısmetimiz olmadı ama biz yine de baştan programı sıkı tuttuk birkaç kez üstünden geçtik sağını solunu kontrol ettik!

programa göre babiş erken kalkacak hemen eve gelecek; birlikte sandığa gidilecek ardından hızla eve dönüp “güzel bir yemek” hazırlığı yapılacak ve saatler 21’i gösterdiğinde herkes divanda kendi yerini alacak yavaş yavaş maça konsantre olmaya başlayacak!

ama hayat bu ya asla program yapmaya gelmez ya, hatta siz plan yaparken tanrı size gülermiş ya bize de güldü herhal anlatalım…


pazar oldu oturduk babiş’i beklemeye başladık; gazete okuduk, kitap okuduk ki vakit geçsin babiş gelsin! ancak o geleceğine bir hayır severden telefon geldi der ki, “basket maçına bilet ister misiniz?” “istemez miyiz?” dedik, teşekkür ettik öpüp başımıza koyduk bu öneriyi! yalnız aldı mı bizi bir telaş, “bunu babiş’e nasıl anlatacağız? duyarsa sevincini nasıl dizginleyeceğiz?”

zor oldu zor; bir kere duyduğu an bütün apartman da duydu; havalara zıpladı ve öyle çığlıklar attı ki olsa olsa ancak cheyenneler bu kadar güçlü sesler çıkarır!

zar zor sakinleştirdik babiş’i, “inanmıyorum! inanmıyorum!” nidalarına inandırıcı yanıtlar verdik ve acele etmesini istedik ki önce gidip oyumuzu kullanalım!

evden çıktık ve çıkar çıkmaz da “gerçek” hayat başladı! önce ufaktan ufaktan yağmur yere indi sonra hızını arttırdı; tek şemsiyeyi babiş aldı başına tuttu ki “saçları bozulmasın!”, bize de yağmurluğumuz kaldı onu çarşaf yaptık kafamıza yine de sıçan olmaktan kurtulamadık!

yürüyerek sandığa vardık, oyumuzu kullandık rengimizi belli ettik hatta babiş ilk kez kullanmanın heyecanıyla fotoğrafını çekti tercihinin, bütün facebook’a faş etti!

düştük yola ama yol yol değil her taraf su ve taksicilerimiz bildik taksiciler hiç birini durdurmak mümkün değil, duran taksici de zaten o çoğunluktan değil zannımızca melek, ne dediysek yaptı, bizi varacağımız yere bıraktı!

uzatmayalım metrobüs’ü, yolları bir birine ekledik hatta altımıza bir durakta özel bir araç da verildi ve nihayet sinan erdem spor salonuna vardık!

vardık ama babiş yerinde duramıyor, önce bir kırmızı beyaz bant aldı, başladı başına sarmaya ardından bu kez bir kırmızı beyaz kaşkol aldı doladı boynuna, spor salonunda ise gitti kuyruğa girdi, yüzünü gözünü boyattı oldu sana bir holigan!

her şey tamam yani artık tek yapılacak şey gidip yerimize oturmak önce litvanya-sırbistan maçını izlemek ardından da finali beklemek!


iyi de yerimize oturamıyoruz ki, koca statta bizim oturacağımız bölümü litvanyalılar işgal etmiş var güçleriyle takımlarını destekliyor; kaldık mı ayakta! tek yapılacak şimdilik bir yere ilişip maçın bitmesini beklemek!

iliştik bir yere ama bu kez de sırplar’ın yanına düştük, ki bir gün önce bizi o kadar zorladılar o kadar kalbimizi ağzımıza getirdiler ki maçtan hıncımız var ama Allah’tan onların bundan haberi yok! neyse ki intikamımızı litvanyalılar aldı maçı kazandı.


üçüncülük litvanyalılar’ın oldu sıra geldi final maçına ki hido’lar keremler ömerler sahaya çıktığında yer gök inliyor ama bizim daha yerimiz yok!

gittik numaralı yerimize ki bir grup var bizim oturacağımız yerde ellerinde de “çarşı” pankartı, sırtlarında davullar!

yerimize oturmaya kalktık, bir ikisine “delikanlı burası bizim yerimiz!” dedik ama derdimizi anlatamadık ya da biz onların derdini anlayamadık ki sonunda bize hürmet gösteren gençlerden biri sözcü oldu meramlarını kesin bir dille anlattı, “amca siz en iyisi burada oturmayın, rahatsız olursunuz!” dedi, der demez de mesajı aldık ama babiş’i mesaja bir türlü ikna edemedik istiyor ki “bizim” olan yerimizde oturalım memleket aşkına paralanalım hiç dert değil!


tabii bir baba olarak son sözü biz söyledik, o kadar gence söz geçiremesek de kendi kızımızı zar zor ikna ettik yerimizi gençlere bıraktık!

ancak bu kez de stadın güvenlikçileri peşimize düştü ayakta dikildiğimiz her yerden “güvenlik” nedeniyle kovalandık; en sonunda şefleriyle yaka paça bir araya gelmesek de laflarımız karşılıklı gidip geldi ve adam bize hak verdi, gerekeni yaptı bizi götürüp en az bir doksanlık siyah beyaz amerikalılar’ın arasına oturttu; oturtur oturtmaz da babiş’in holiganlık hevesleri bir başka bahara kaldı!


bu arada babişler olarak sekiz maçtır televizyon karşısında bile olsa takımımıza yansıttığımız enerjimizi bu kez çok yakınlarında da olsak sahaya yansıtamadık, amerikalılar attıkça attı, fark açıldı en sonunda bize, “türkiye sizinle gurur duyuyor!” korosuna katılmak kaldı!

sağlıkla…

3 yorum:

  1. şu maçıda alsaydık süper olacaktı... Ama niyetimizi belli ettik en azından...

    YanıtlaSil
  2. Çocuklarla gurur duymak lazım bizim öğrenciliğimizdeki maçları hatırlıyorumda onlar oynar biz seyreder "helal olsun onlara " derdik şimdi finalde USA yı zorluyoruz az şey mi?

    YanıtlaSil
  3. çok hüzünlü bir maçtı.aslında çok da kızdığım bir maç oldu.bizim toplar ısrarla girmezken abdlileirnki tam isabetti.buna rağmen yinede kazanabilirdik.heyecanımıza yenik düştük.

    YanıtlaSil

yorum yazın

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.