Perşembe

"artık buralıyık!"

eğer ana babaysan sabredeceksin. sabırla, koruk üzüm olurmuş! nitekim oldu da…

“patlıcan?”

“yememmm…”

“soğan?

“asla yememmm!”

“ciğer?”

“adını bile duymak istemiyorum!”

ve daha neler neler? red listesi o kadar uzun ki!

ancak dedik ya “ana babaysan” hele ki bizim gibi sadece ‘baba’ysan işin zor! zor ama sabır da zorluğun en büyük düşmanı…

“ev arkadaşımız” (şimdi kendisini böyle konumlandırıyor. büyüdü ya…) ilk tanıştığımız günden bu yana yukarıda saydıklarımız ve daha niceleri konusunda ayak diretiyordu, arada sırada ‘arıza’ çıkarıyordu.

çıkarsın! sevdiğini koşulsuz seveceksin. biz de bir kere sevmişiz. bağrımıza basmışız. ‘arkadaş’lığına yıllarımızı vermişiz!

neyse lafı fazla uzatmayalım.

biz artık ‘ev arkadaşı’mızla sadece evde yemek yemiyoruz. arada sırada da olsa dışarıya yemeğe çıkıyoruz. eee çıktıkça da ortam daha bir keyifleniyor, iki taraf da daha bir esnekleşiyor. hatta hatta yavaş yavaş “yememler”, “ağzıma bile sürmem”ler bir bir patlıcan salatası istemelerine kadar varıyor.


geçen akşam arkadaşla iş dönüşü iskelede buluştuk. karnımız aç. iskele desen her yanıyla bir yemek cenneti. ıslama köfte de var, çiya da var, yanyalı da hatta istersen sokak ortası balık, yanında da türlü türlü mezeler!

ancak o akşam bizim kafamızda bir başka yer vardı ki ciğer kebabı ile çöp şişi ile bir numara!

önce bir yoklama yaptık, inisiyatifi arkadaşımıza bıraktık.

“ne yiyelim!”

“fark etmez ama sabahtan beri bir şey yemedim karnım çok aç!”

yani bu demektir ki inisiyatif bize geçti ama risk bulutları ile yüklü!

aldık riski ve “gel seni bir yere götüreyim, ciğer kebap yeriz!” dedik.

bu arada yeri gelmişken belirtelim ki ciğer direnişi kırılmış, arnavut olanı birkaç kere yenilmişti. onun için gönül rahatlığıyla söyledik önerimizi ama temkin de elden bırakılmadan. çünkü hayat her zaman bilinmezlerle doludur. siz siz olun yayılıp gevşemeyin.

uzatmayalım burası hayat dersi vermek için hiç de yeri değil. zaten ders vermek nedir ki? yaşarsın! al sana ders!

arkadaşlar amma çenemiz düştü bugün. bir türlü ciğerci hulusi’ye gelemedik!

ancak ‘ev arkadaşımız’ geldi. hiç itirazsız. hatta buraya daha önce geldiğimizi de söyledi ama sonradan ispatlayamadı!

üst kata çıktık. pencere kenarına kurulduk. garson geldi ki ne yemek isteriz? ciğer mi yoksa çöp şiş mi?

bakıştık, arkadaşla. kararı biz verdik, “bir buçuk şiş, yarım ciğer!”
değil mi ya, ne olur ne olmaz?


önce atıştırmalıklar geldi ki, acı bir bostana! arkadaş yemez ama biz yeriz!


sonra pişmiş biber ve domates! arkadaş yemez biz yeriz!


sonra sonra iki çeşit soğan biri kıyılmış, kuru biberle terbiye edilmiş, diğeri pişirilmiş ki lokum!
ve en sonra da maydanoz, taze nane yeşillikler! bunları da arkadaş yemez ama biz bayılırız!
tabii biraz sonra da lavaş ekmekler, ayranlar ve şişlerin ucu göründü.


arkadaş biraz kibar, lavaşa şiş çekmeyi bilmez ama Allah’tan yanında bizim gibi bir uygulayıcı var.
aldık elimize lavaşı, yaydık avucumuza ve şişin etli kısmını bastırdık avucumuza, hızlıca çektik.

gerisi keyfine kalmış. ister kıyılmış soğan koy ister pişirilmişini ya da bizim gibi közlenmiş biberleri yay üstlerine tuz gezdir.

hepsi yapıldı tarafımızdan arada da arkadaş gözlendi, söylediklerine kulak kabartıldı,

“babiş bu ne yaaa… artık buralıyık!”

sağlıkla…

1 yorum:

  1. Ciğerci Hulusi pek lezzetli ciğer yapar. Sevilmez mi? Kızınız haklı doğrusu.
    Afiyet olsun.

    YanıtlaSil

yorum yazın

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.