Salı

'beceriksiz baba!'

ne zaman ki “babişe yemekler” blog dünyasında yayımlanmaya başlandı, babiş’le aramızdaki kavga da o gün bugündür zaman zaman alevlenerek sürüyor!

kavganın bir tek nedeni var o da babiş’in, “sen beni rezil ediyorsun!” kaygısı… ona göre yazdığımız üç beş yazıdan en azından biri, onu başka türlü anlatıyor, dolayısıyla blog kamuoyu önünde ‘rezil’ olmasına neden oluyor!

ancak hakkını vermek gerekir ki yine yazdığımız her üç beş yazıdan en azından biri de, “güzel yazmışsın! ayy çok güldüm!” diye övgü alıyor.

hal böyle olunca haberiniz olsun ki her yazımızda sizin hatırınıza ‘rus ruleti’ oynamış oluyoruz!

bu arada bir ara verelim anlattıklarımıza, bir başka konuya geçelim ki o da babiş’in geçen gün yüzümüze karşı söyledikleri:

“hadi bunu da yazsana! kendini de yazsana! ne güzel alışverişler yaptığını anlatsana!”

demek istediği şu ki, “öyle işler yapıyorsun ki bunu herkesler bilmeli” dolayısıyla ‘intikam’ soğuk yenen bir yemek olduğundan o da bunun tadını çıkarmalı!

alında babiş haklı; babası öyle işler yapıyor ki akıllara ziyan, yazmadan olmaz!

efendim evlerden ırak olsun, sizlerin yanından bile geçmesin, son zamanlarda üstümüze öyle bir hal geldi ki ne yapsak ne etsek bu illetten bir türlü kurtulamıyoruz!

illetin adı: beceriksizlik! yoğunlaştığı, en çok kendini gösterdiği alan da satın alma yani alışveriş!
hiç fark etmiyor pantolon da alsak, peynir-ekmek de durum hep aynı!
pantolonun ya bedeni yanlış alınmıştır; beli, boyu kısalmak için birkaç kez terziye gider; ya da peynir fazla alınmıştır, ye ye bitmez, ekmek de zaten evde çokça vardır!



ama dillere düşen son yaptığımız alışveriş; babiş’in de vurgu yaptığı “yaz! yazsana!” dediği “mini bir skandal” olan mini fırın olayı!

efendir ayıptır söylemesi mutfağımız küçük, dolayısıyla mutfakta olan araç gereçler de küçük olmak zorunda; fırınımız da bunlardan biri idi.

zaten büyüğüne ne gerek var ki; yediğimiz içtiğimiz ne? toplasan toplasan ya birkaç tavuk parçasını babiş marine eder, fırına patatesle birlikte atarız içine ya adam başı birer levreği tereyağı, kuru domatesle yağlı kağıtla sarıp sarmalayıp, sağını solunu zımbalayıp tepsiye dizeriz ya da çok çok babiş ısrar eder, çupraları ızgarasında pişirmeye kalkarız, ki nar gibi kızarırlardı!

geçen gün yine balık alacağımız tuttu, iyi bir alışveriş yaptığımıza, değişiklik yaptığımıza inanıp löp etli, kılçıksız yayın balığı aldık; eve gelince de ızgaraya dizdik ki salata eşliğinde baba-kız balık ziyafeti çekelim!

attık balıkları fırına, bekledik ki pişsinler!

balıklar ızgarada pişecek yerde ne yaptılar beğenirsiniz? arkadaşlar yayın balığı inan olsun ki yangın çıkardı; fırının her tarafını alevler sardı, yangını söndürdüğümüzde fırın kullanılmaz haldeydi.

tabii balıkları kurtarmak ve de aç kalmamak için yeni yollar bulmak bize düştü; babiş’in söylenmelerine aldırmadık, balığı tavada pişirmeyi, yenilir hale getirmeyi başardık ama mini fırın da kapının önüne konuldu sonunda. hal kalmamıştı!

tabii yenisini almak lazım, fırınsız durulur mu?

alım satım işini babiş’e bıraksak sorun aslında çözülecekti (bizi sonradan eleştirdiğine göre) ama bırakmadık! birkaç gün sağa sola bakındık. bütün mini fırınların aslında birbirine benzediğine, birinin fiyatı üçse, diğerinin bir olduğuna karar verdik!

en sonunda ambalajı içinde yatan bir bildik markanın fırınını sağını solunu kontrol etmeden, seksen olan fiyatını, “peşin!” yetmiş beşe düşürerek satın aldık eve getirdik!

bize göre iyi alışverişti! bir kere fiyatı sudan ucuz, üstelik ambalajından çıktığında anladık ki hafif mi hafif! o kadar hafif ki yerinde durmuyor! ızgarası desen epeyce ferah, telleri arasında uçurumlar var, üstünde ne balık durur ne tavuk konar! tepsileri desen kağıttan hafif! ancak fırının en önemli özelliği kapısının açık durmaması!

açıyorsun kapağını ki fırın almış başını gitmiş sıcak mı sıcak, sıcaklığı bütün fırınlardan daha da sıcak hatta fırın torbaları bile tepside eriyip gidiyor (bu arada torbaların birinde tavuk birinde patates vardı) ve de kapağı açık durmuyor! ya hemen kapamak lazım ya da bir elinle tutacaksın ki yerinde dursun sen diğer elinle işini göresin!

herhalde üretenler düşünmüş ki, halkımız fırını kullanmayı bilmez, kapağı açık tutar, fırını soğutur en iyisi mi biz tedbirimizi alalım ne olur ne olmaz!

neyse uzatmayalım. anladık ki aldığımız fırın piyasada bulunabileceklerin en kullanışsızı hatta sokağa atsan kaldıranı olmaz!

işin kötüsü bütün bunlar babiş’in gözü önünde cereyan ediyor; bir yandan fırın yerinde durmuyor, durduğu sehpadan kendini attı atacak; bir yandan kapağı zapt etmek mümkün değil; bir yandan da tavuk kanatlar yandı yanacak, patatesler ortalığı saçıldı bile!

biz fırın-tavuk-patates üçgeni arasında cebelleşirken bu duruma son noktayı babiş koydu. “bunları da yazsana, kendini de anlatsana babişe yemekler’de!”

arkadaşlar! önce tavuğu pişirmeyi şu ya da bu şekilde başardık (patatesler babişe göre pişmemişti) sonra babiş ayrı biz ayrı yemeğimizi yedik, o tv karşısında biz “hizmetli” sandalyesinde!

şükürler olsun ki ne olup bittiyse oldu ama karnımız sonunda doydu ve ilk yapmamız gereken işi yapıp, fırını kapının önüne koyduk, ardında da babiş’e söz verdiğimiz gibi başımızdan geçenleri yazmaya koyulduk!

sağlıkla…

4 yorum:

  1. Oluyor insanoğlunun bu tür dönemleri,çabucak geçmesi dileğiyle

    YanıtlaSil
  2. Sevgili Babis, basiniza gelenlere üzüldüm ama o kadar güzel anlatmissiniz ki, gülümsemekten kendimi alamadim.
    Bu durumlarin cabucak gecmesi dilegiyle
    sevgiyle kalin:)

    YanıtlaSil
  3. kızlar temennilere teşekkür ederim. sevgiyle kalın!

    YanıtlaSil
  4. :)) gecmis olsun...
    cook rotarli da olsa :)

    YanıtlaSil

yorum yazın

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.