şimdi yaz ya okul da sınavlar da bitti ya karışan görüşen de ses de seda da yok ya onun için canımızın istediği saatte uyanıyoruz.
nasıl olsa ‘kral leo’yu birileri yürüyüşe çıkarmış, her ağaç dibini yoklatmış, koklatmış, tam da azmasına, haytalık yapmaya niyetlendiğinde eve getirmiş olduğundan, güne dair kaygı duymaya gerek yok.
babiş’in son haftalardaki durumu yukarıda, ötekinin durumu ise satır aralarında gizli.
dolayısıyla fazla lafa gerek yok. asıl anlatılması gereken tek başımıza krallarla arkadaşlık ettiğimiz, gezdiğimiz tozduğumuz değil tek başımıza yediklerimize içtiklerimize kralların nezaret etmesi; çoğu zaman bizden ekmek dilenmesi bizim de yufka yüreğimize söz geçiremeyip birkaç lokmayı paylaşmamız ardından da suçluluk duymamız. bir de tabii yakalanma korkusu var ki, korkuların en büyüğü.
oysa ne zaman bahçede kahvaltıya otursak içimiz sızlayıp o güzel kahvaltıları kaçıranlara üzülür, tek başına yemenin hüznüyle ‘kral arkadaşımız’ın gözlerine bakar dalar gideriz.
oysa birileri yanımızda olsa, kahvaltıda bize eşlik etse yaz sabahlarının keyfini birlikte çıkarsak. ne gezer?
tamam olur a kişi domatesten, soğandan nefret eder, yeşil biberi yemez, “tereyağını yine kaçırmışsın” der; yumurtayı hepi topu birkaç usulde pişirtir, menemenin lafını bile ettirmez.
kabulümüz yeter ki o ‘titiz kişi’ bizi şereflendirsin. ona tam da istediği gibi tam yağlı koyun peyniri, kırma antakya zeytini, bir bardak da tavşan kanı çay sunarız. zaten ekmek yediği mi var?
sözümüz söz. sabahları sekizle dokuz arası, hafta sonları dokuzla on, bahçeye bekliyoruz. ne dalındaki domatesi gösterip faydalarından söz edeceğiz ne de tereyağını taa sürmeli’den getirdiğimizden dem vuracağız.
sağlıkla…
güzelleme olmuş vallahi :)
YanıtlaSil