yani anlatacağımız o ki baba-kız, geçmiş tatillerimizdeki gibi bu yaz bir araya gelemedik, gezip tozamadık, ülkenin kıyılarını bir baştan bir başa dolaşamadık.
ne zaman ki piyangodan dokuz günlük bayram tatili çıktı, işyerinde program akışları denk geldi, babiş’le tekirdağ, gelibolu üzerinden ayvalık’a gitmek, balıkesir, bursa ve yalova üzerinden de dönmek üzere planlar yaptık pazar günü yola çıktık.
yollar güzel, bir de tenha olunca ne gaza bastık ne gazdan geri kaldık, tıngır mıngır yol aldık, öğleni az biraz geçince gelibolu’ya vardık ki babiş bayağı acıkmış.
bizim babiş yeme içme konusunda biraz telaşlıdır, ister ki ilk gördüğü yer ve kendi bildiği ağız tadı olsun. iyi de biz de sonunda gün görmüş geçirmiş bir ademiz değil mi?
dolayısıyla gelibolu çarşı içinde babiş’in, ‘işte burası güzel burada köfte yiyelim, burada da bilmem ne yiyebiliriiz’ ısrarlarına ilk on dakika göğüs gerdik yürüye yürüye çarşı içindeki osmanlı mutfağı’nın önüne kadar geldik. mekan güzel üstelik bir de küçük bahçesi var dışarıda, yemekler ise istemediğin kadar, her yan birbirinden güzel nefasetlerle dolu.
babiş tamlardan birini gözüne kestirdi, tereddüt etmeden işaret etti ardından da gidip bahçedeki bir masaya kuruldu.
sıra bize geldi ki karar verelim yemeğimizi ısmarlayalım. değil mi? ancak bizde ‘kararsızlık hastalığı’ var. mümkün değil bu kadar güzelliğin içinden birini seçemeyiz.
işte böyle durumlarda uyguladığımız yöntemi uyguladık en bildik, en tadından tuzundan emin olduğumuz yemeği ısmarladık: haşlama!
masaya önce babiş’in yemeği geldi ki adı saray köftesiymiş. babiş yumuldu köfteye, çatalların biri iniyor biri kalkıyor üzerinden… arada da soluklanmak için yemeğe ara verip köftenin yağına ekmek banıyor, ağzına her attığında da göz ucuyla bizi süzüp, halimize acıdığından olsa gerek bir yandan bize bir parça yağlı ekmek uzatıp, bir yandan da ‘mımmm… mımm… çok güzel… çok iyi seçim…’ deyip ortalığı kızıştırıyor.
hani adettendir ya memleketi çıkınca her yenilen yeni tattan ısmarlayan kadar yanındaki yöresindeki de göz hakkı alır ya? biz de bu hakkı hatırlattık babiş’e ve müsaade ile saray köftesinden bir çatal aldık. alır almaz da bizim haşlama saray köftesinin yanında sade suya tirit kaldı.
hemen babiş’in, alaylarına aldırmadan haşlamadan çark ettik, garsona birbirinden nazik sözler söyledik, haşlamayı gönderip saray köftesi rica ettik.
arkadaşlar köftenin adı saray ama bize göre tadı sarayları bile aşar taa size kadar ulaşır. öyle lezzetli öyle güzeldi ki, babiş lokmalarının arasından aslında bir tane daha olsa rahatlıkla yiyebileceğini mırıldandı birkaç kez, aldırmadık. iyi ki de aldırmamışız. olacaklar sanki içimize doğmuş.
sonunda babiş baktı ki bizden umut yok, ikinci saray köftesi için üstelemedi, kahvesini söyledi, keyif çattı.
osmanlı mutfağı’ndan çıktık. biz daha sağı solu fotoğraflarken babiş kendini karşı dükkana attı. atar atmaz da bizi aldı bir telaş, ‘ne de olsa bize göre hala çocuktur, bilip bilmediği şeyleri görüp alır, ağzına atar’ dedik baba yüreğimizi kabarttık.
eee iskele babası değiliz ki hakikisinden babayız, biz telaşlanmayalım kim telaşlansın?
nitekim telaşımızda ne kadar haklı olduğumuz dükkana girdiğimizde anlaşıldı ancak ne yazık kiiş işten geçmişti.
babiş büyük bir ciddiyetle masasına kurulmuş hem fırınlanmışından hem fırınlanmamışından peynir tatlılarına çatal sallıyordu.
sağlıkla…
hamiş; babiş’te macera çok, daha yeme içmenin gezip tozmanın ayvalık’ı var ki yazmakla bitmez…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
yorum yazın
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.