Cuma

şeytan'ın kahvesi'nde koruk suyu

 
ayvalık uzaktan bakınca güzel demiştik ya ekleyelim; ayvalık günbatımında daha da güzel.

bir de ayvalık’ın güzel evleri güzel kahveleri var. iddiasız ama güzeller. haa bir de adları var bu kahvelerin ki her biri birbirinden renkli, esprili.


çarşı içindeki ‘hint horozlarını koruma, yaşatma ve ıslah etme lokali’, bir başkasının adını unuttuk ama bir diğeri koruk suyuyla meşhur ‘şeytan kahvesi…’


bu arada cunda’ya taş kahve’ye, karadeniz’e gitmedik mi? gittik tabii ama bizleri açmadılar dersek şaşırmayın. kalabalık ve kargaşa bize göre değil de ondan. sağolsun medyamız ve onun önünden gidenlerimiz, şişirdikçe şişirdi cunda’yı, cunda da ha patladı ha patlamak üzere.

biz dönelim şeytan kahveye… şeytan halil 1877 midilli ağra köyü doğumlu. ailesiyle birlikte mübadelede anadolu’ya gelmiş, ayvalık’a yerleşmiş. şeytan lakabını nasıl ve neden aldı bilinmez ama oğlu, torunu lakabını korumuş hatta getirip kahve tabelası bile yapmış, gururla taşıyorlar.


şeytan kahvesi tam bir anadolu kahvesi. mahalleli arkadaş, eş dost uzun çok uzun vakitlerinin büyük bir kısmını burada çay kahve içerek arada sırada da koruk suyunun tadına bakarak geçiriyor.

bizim gibi ‘yerli turistler’ ise kahvenin önünden geçerken hem ‘şeytan’ adına hem de koruk suyunun dayanılmaz çekiciliğine kapılıp bir süre kahvede soluklanıyor.


biz de o büyüye kapıldık. eski rum evlerini sanki alıcıymış gibi gezerken şeytan’ın kahvesinde bir süre soluklandık. koruk suyu içtik. Bir iki bardak koruk suyuna komik bir para verip yolumuza devam ettik.


bu arada bir zamanlar kilise olan ama sonra camiye çevrilen hayrettin paşa camii’ni de gezmeyi ihmal etmedik.

günlerden perşembe idi ve ayvalık’ta da perşembe günü nerdeyse bütün sokakları kaplayacak bir pazar kurulurmuş. yalnız pazarın bir tekstil kısmı var, ki renk renk donlar, çoraplar ve de istanbul’un her pazarında gördüğünüz taklit ürünler o bütün sokaklarda boy gösteriyor, fink atıyor.

sebze ve meyvelerin satıldığı yer ise bir büyük alan, hal pazarı desek yeridir ya da gerçekten öyledir bilmiyoruz. pazarın içinde de yine bizim bildik domates, hıyar, patates, soğan ve de patlıcan var. hepsi bildik tohumlardan hepsi aynı boy aynı lezzet.


babiş’in dikkatini ise yukarıdaki meyve çekti. kendileri şeftali adları ise devebastı imiş. pek lezzetli, pek sulu pek güzel bir tür. ancak babiş tutturdu ki ‘gerçek şeftali’ alalım. gerçi internette pek tarifi yokmuş ama dönüşte şeftali likörü yapacakmış. iki kilo şeftali aldık. artık şeftaliler nasıl likör olurlar onu da yakında göreceğiz.

ayvalık’ta geçmiş bayram gezdik tozduk, yedik içtik ancak ‘denize?’ derseniz maalesef kalabalık yüzünden giremedik. gerçi atak yaptık hatta cunda adasına bile gidip ayağımızı suya değdirmenin değişik yollarını denedik ama olmadı.

‘olsun bu tatil de deniz olmadan geçsin’ deyip, son geceyi yine şehir kulübünde geçirdik. hatta baba kız ilk kez karşılıklı rakı kadehleri tokuşturalım istedik. babiş de niyetlendi tokuşturmaya ama niyet başka rakının tadı başka tabii. sevmedi babiş rakıyı bütün bir gece su ile idare etti.

sağlıkla…

3 yorum:

  1. 25 yıl önce içerideki taş aynaların büyüsüne kapılıp,her Cunda'ya geldiğimizde uğramadan geçmediğimiz Taş Kahve benim için artık sadece kuru kalabalıktan ibaret.Doğma büyüme Balıkesir'li olarak Cunda'nın geldiği bu noktayı hiç sevmiyorum.Neyse ki İstanbullular çekildiğinde sessiz sakin bir körfez kalıyor bizlere ama özünden de çok şey yitirmiş olarak.
    Yazılarınızı zevkle okuyorum,umarım kızınız istediği bir üniversiteye yerleşmiştir.Esen kalın.

    YanıtlaSil
  2. Çok güzel anlatmışsınız, daha önce gördüğüm yerleri bir kez daha yad etmiş oldum, teşekkürler, babişe de sevgiler...

    YanıtlaSil
  3. sevgili orfe teşekkürler. hayırlı haber yakında..

    YanıtlaSil

yorum yazın

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.