Salı

yuvalama...

yuvalamayı bilir misiniz? bir antep yemeğidir. çok özel olduğundan, özel günlerde özellikle bayramlarda yapılıp yenildiğinden ve de yapması epeyce zahmetli olduğundan öyle her yerde bulmak, yemek, antepli değilseniz mümkün değildir.

işte babiş bu zor yemeği yıllardır sayıklar durur. artık kendisinde nerede ve nasıl yuvalama aşkı doğduysa orasını bilmiyoruz?

her fırsatta yemek ister ama ya yuvalama yapan antep lokantalarında, kebapçılarında rast gelmez günü değildir ya da bin yılda bir tabakla nefsini köreltir, yediğini yuvalama beller, avunur.

geçen pazar tutturdu ki, özgürlük parkı’nın yanında her yıl yapılan “antep günleri” yine yapılacak, mutlaka gitmek gerek.

gerçi geçen yıllardan deneyimimiz vardı antep günleri hakkında; duman, ezilme tehlikesi ve yiyecek diye satılanların pek de yiyecek gibi olmadıklarını biliyorduk ve bir daha oraya ayak basmamak için kendimize söz vermiştik ama hadi “babiş’i kırmayalım, o yuvalama yer biz de salça alırız” diye yola koyulduk.

bir geldik ki antep günlerine neredeyse gurbette olan bütün antepliler orada, bir de onların yeme içmelerine meraklı bütün istanbullular. ayrıca meydana konuşlanmış bir grup müzisyen bangır bangır babiş’in en sevdiği parçayı çalıyor, “hele hele anteplim gel yanıma yanıma!”

bu arada babiş bir de arkadaşını çağırdı yanına ki, kız neler yediğini neler içtiğini anlatsın kendisi de yuvalama yedikten sonra geridekilerden geri kalmasın.

meydanda bir “ünlü” antep kebapçısı bulup yuvalamadan başladık. gerçi “yuvalama” diye aldığımız ayrana tirit bir şey ama olsun!

satıcıdan yuvalama isteyince, aldı eline bir kağıt kase, içine nohutlu bir ayran döktü, ki içlerinde yuvalama da var sayıyoruz; bir de tek bir tike et koydu, üstüne de bir başka kasede hazır duran yağdan bir tatlı kaşığı döktü, plastik kaşıkla sundu.

babiş başladı yuvalamaya yumulmaya… kaseye ardı ardına kaşık sallıyor ki onu gören bütün antepliler kesinlikle, “vah zavallı belli ki babası-anası antepli değil! yoksa, hiç yavrucak bu kadar yuvalamasız kalır mı?” demiştir.

oysa babiş yuvalamaya başlamadan önce ikincisini de yiyeceğini peşin peşin söylemişti. biz de hazırlığımızı ona göre yapmış, bir 5 TL daha hazırlamıştık avucumuzda. gerçi arada da söylendik, o içtiğinin yuvalamadan başka her şeye benzediğini mırıldamaya çalıştık ama söz dinleyen kim?


babiş bir yandan yuvalamayı yuvaladı bir yandan da karşısında duran kebap mangallarına yönünü çevirdi, “babiş canım kebap çekti!” dedi.

tabii der demez de kavga başladı. vur tut uzun pazarlıklar sonucu sadece kebapta anlaştık, bir kase daha yuvalama içmeyeceği sözünü aldık. aldık ama söylenmesine de mani olamadık, “ama arkadaşım içli köfte de yemiş üstüne de katmer. ben şimdiye kadar hiç katmer yemedim, tadını dahi bilmiyorum!”

o söylene dursun, biz önce dumanlar arasında uzun bir kebap kuyruğuna girdik, oradan çıkıp bu sefer de pişen kebabı alma kuyruğuna girdik.

şansımızdan sıradaki yerimiz hemen mangalın başındaydı. yani ne pişiyor ne daha pişmek üzere hepsini görüyoruz. bir yarım saat mangal dumanına maruz kaldık ama Allah’tan konuya yabancı değiliz. bizim de arada sırada mangal yakmışlığımız var.

hayır o sıcak altında bir de mangal sıcağına ve de dumanına maruz kalalım tamam da “kebap” diye satılan, üstelik bir şişi 12 TL olan yiyecek, kebap olsa diyeceğimiz bir şey yok ama ne gezer! satılan yangından para kaçırmaktan başka bir şey değil!

bu durumdan bizden başka rahatsız olan yoktu onun için de bizce satıcıların “günahı” yoktu. kimse gıkını çıkarmadığına göre bize neydi ki?

sonunda bir kuru ekmek içinde bir şiş, şiş kebap almayı başardık, babiş’e ulaştırdık o da ömrü hayatında ilk kez kebap yiyormuş merakıyla elindeki dürüme saldırdı.

“fırsat bu fırsattır” deyip biz de salça temini için tura çıktık, çıkar çıkmaz da ilk rastladığımız satıcıdan bize bütün bir kış yetecek kadar iki kilo salça, bir de bir bidon hıttı turşusu aldık. bu arada bu hıttı bir çeşit acurdur, yani siz onu acur diye bilirsiniz, bizdeki adı hıttıdır ve turşusu güneydoğu’ya hastır ve de pek lezzetlidir. özellikle de bulgur pilavı gibi yiyeceklerle çok iyi gider.

biz daha bulgur aşı – turşu ikilisinin hayalini kurarken gözümüz hemen yanı başımızda duran, dondurulmuş yuvalama paketlerine ilişti.

“işte sonunda antepliler yaptılar yapacaklarını ve bizi de babiş’i de büyük bir dertten kurtardılar. bundan sonra babiş yuvalama yuvalama diye başımızın etini yiyemeyecek!” dedik.


niye? çünkü biz o zamana kadar yuvalama yapmaya bir türlü cesaret edememiştik. bu yuvalama denilen leziz yemeğin en zor kısmı; dövülmüş pirinç, yağsız kıymadan et, tuz ve karabiberi birlikte yoğurmak sonra da yoğurduğunuzdan neredeyse atom parçaları kadar parçalar koparıp elinizde yuvalamaktır.

dolayısıyla yuvalanmış hazırını bulunca paket paket aldık, “müjde”yi de babiş’e verdik. verdik vermesine de babiş yine yaptı yapacağını hemen pazarlığa başladı ki, o akşam yuvalama istiyor.

ee bizde de müzakerecilik var tabii. uzun pazarlıklar sonucunda onu bir gün sonraya pazartesine razı etti, ki okuldan gelir gelmez yuvalamayı yuvarlayacağına garanti verdik.

nitekim gün pazartesi oldu, babiş erkenden okula gitti, bizse hazırlıklara başladık.

işte malzemeler:

- 300 gr parça kuzu eti.
- bir avuç önceden ıslatılıp, pişirilmiş nohut.
- süzme yoğurt.
- kuru nane, tereyağı, tuz.
- bir de hazır yuvalanmış, yuvalama.

hazırlanması:

- kuzu etinin önce suyunu saldırdık sonra çektirdik.
- ardından da tereyağı ile tanıştırdık, kavurmadık, unutmayın.
- nohutları ekledik, sıcak suyu döktük üstlerine ve pişmeye bıraktık hepsini.
- bir yarım saat sonra et ve nohut birer tane alınarak test edildi ki pişmişler.
- ve yuvalama eklendi, ki o da aşağı yukarı bir avuç.
- hepsi 15 dakika pişti.
- ardından az biraz tereyağını ısıtılmak için tavada hazır ederken, süzme yoğurttan üç büyük tahta kaşık ekledik yemeğimize.
- bir yandan birkaç çimdik kuru nane ekip karıştırırken bir yandan da derin büyük çorba kaselerimize, yemeğimizi iki eşit parçaya böldük.
- kızdırılmış yağı da iki eşit parçaya bölüp üstlerine döktükten sonra yuvalamaları masaya taşıdık.

babiş masada hazır ve nazır bekliyordu. karşısına geçtik; birkaç kaşık almasını ardından da sonucu ilan etmesini, dudaklarından dökülecek kelimelerle birlikte bekledik bekledik.

babiş kaseden başını kaldırıp nefes alınca, önce sağ elini kaldırdı, parmaklarını yumruk yaptı ve başparmağını yukarıya doğru uzattı.

sağlıkla…

hamiş, bu babiş'in ikinci "kurtuldun" işareti... eğer bir gün başparmak aşağıya doğru inerse yemek yapmayı bırakırız ona göre...

4 yorum:

  1. İstanbul'da böyle bir gün mü varmış? hiç haberim yokmuş! canım yuvalama çekti şimdi :)

    YanıtlaSil
  2. evet her yıl eylül sonu, özgürlük parkının dibinde, pazar günleri yapılıyor.

    biz babiş'le on beş günde bir yuvalama yemeğe karar verdik. bekleriz.

    YanıtlaSil
  3. aa! az kalmış! niyet edeyim de olsun inşallah :)

    YanıtlaSil
  4. ee tabii her şeyin başı niyet. madem niyet etmişsiniz, gerisi gelir inşallah. ev sahipleri şimdiden niyetinizi duymuştur bile:)

    YanıtlaSil

yorum yazın

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.